Haftaya Bakış (266): Sırrı Süreyya Önder'in ardından | CHP "kavgaya" evet dedi | Gözler Kandil’de

09.05.2025 medyascope.tv

9 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can'la, haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, hoş geldin. 
Kemal Can: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Gündemde çok şey var. Hele bugünkü en önemlisi, onunla başlayacağız tabii. Sonuçta Kandil'den açıklama geldi. Beş ve 7 Mayıs tarihleri arasında iki ayrı alanda yapılan paralel toplantılarla Kongre gerçekleşmiş. Öcalan'ın çağrısı üzerine 12. Olağanüstü Kongre gerçekleşmiş. Öcalan'ın sunduğu raporlar değerlendirilmiş. İki toplantının içerikleri birleştirilip yakında açıklama yapılacakmış. Burada beklenen en önemli husus, silahları bırakma ve kendini feshetme kararı. Bu karar alınmış belli ki. Bunu her an açıklayabilecekler. Tabii bir yığın konu var, detaylar merak ediliyor. Mesela Pervin Buldan'a, Kandil'in ‘’Öcalan kongreye doğrudan katılsın’’ talebini sormuşlar. ‘’Bunlar teknik meseleler çok da konuşmamız gerekmiyor’’ diye cevaplamış. Çünkü zaten bu olaya taş koymak isteyen, rahatsız olan kişiler varken bir de ‘’Öcalan Zoom'la kongreye bağlandı’’ gibi detaylar çıkarsa, herhalde onun üzerinde bayağı tepinirler diye düşünüyorum.
Kemal Can: Gerçi Bahçeli hem Öcalan'ın açıklaması için hem de kongre için o detayları önemsiz kılacak bir öneri yapmıştı hatırlarsın. 

Ruşen Çakır: Evet, Malazgirt’te, değil mi? Detaylar zamanla ortaya çıkar, ama önemli olan sonuç. Sonuçta fesih kararı olacak. Tabii nasıl gerçekleşecek, silah bırakma nasıl olacak, bunların hepsi önemli gelişmeler. Bir de tabii ki Ömer Çelik, “Olumlu haber gelince bunun karşılığında olumlu adımlar, pozitif adımlar atılır” demişti. Devlet ne yapacak, neler olacak? Devlet birtakım şeyleri doğrudan kendisi yapabilir, bazıları da belki Mecliste yeni yasalarla, düzenlemelerle yapılır. Şimdi bir süreç var. Sürecin çok önemli bir aşaması geçildi, ama bir yerde, sanki film yeni başlıyor gibi. Çünkü yaklaşık 50 yıldır alışılmış, silah üzerinden giden bir durum var. Şimdi silahı kenara bırakıp, çatışan tarafların oturup olayı yoluna yordamına koyması gerekecek. Çok zor olacak, ama bu aşamanın geçilmiş olması bile başlı başına çok büyük bir gelişme. Bir de “Zaten PKK etkisi yoktu” diyenler var. Tabii eskisine kıyasla, eskisi kadar etkili eylem yapmıyor olabilir, ama bayağı ciddi bir gücü var. Ayrıca tabii ki Suriye ayağı var. Birçok kişi de “Aslında onlar silah bırakmayacak, YPG'ye katılacaklar” diyor. Böyle bir ihtimalin söz konusu olacağını sanmıyorum. Hatta tam tersine, öteden beri YPG'deki Suriyeli olmayanların da oradan ayıklanması gibi bir pazarlık da var.
Kemal Can: Ama son zamanlarda o bir süredir pek dile getirilmiyor.

Ruşen Çakır: Evet. Suriye birazcık farklı, bir yerlerde farklı bir şeyler oluyor. Şara en son Fransa'ya gitti. Suriye'yi bir şekilde mecburen konuşuruz. Ne diyorsun PKK’nın silah bırakma kararına? Herhalde bir iki gün içerisinde onu da söyleyecekler.
Kemal Can: Aslında bu süreçle ilgili maceranın şimdiye kadarki kısmı için özet cümle şu olabilir: Çok zor olacağı söylenen şeylerin hepsi neredeyse küçük sapmalarla, sistematik bir takvimle ve çok kolay gerçekleşti. Geçen hafta da konuştuk; Öcalan'ın böyle bir çağrı yapması, Kandil'in bu çağrıya uyması, kendini feshedip silahların bırakılması gibi, süreç başladığından itibaren en zor olacağı söylenen şeyler, adım adım, tıkır tıkır işledi. Şimdi asıl zor olan, şimdiye kadar hiç konuşulmamış olanlar. ‘’Zor’’ diye konuşulanların hepsi çok kolay geçildi. Gelinen noktanın özeti bu. Bundan sonrası dediğimiz şey de aslında işin hiç konuşulmayan zor tarafı. Bir de sen Ömer Çelik'in sözünü hatırlatarak, “Önce silahlar bırakılsın, fesih kararı gelsin, peşinden birtakım adımlar gelecek” dedin. Ama şimdi birtakım kulis bilgilerine, doğrulanmamış birtakım bilgilere göre, aslında bu kararın alınma sürecinde şart diye ileri sürülmediği ısrarla söylenen, ‘’Öcalan'ın dahli’’ meselesinde bir aşamaya gelindiği, bir şeyler yapıldığı, dolayısıyla nasıl olduğu, Pervin Buldan'ın söylediği gibi ayrıntısına belki çok hâkim olmayacağımız biçimde bazı adımlar da atılmış. Bu karar henüz deklare edilmiş değil. Kararı aldıklarını, açıklayacaklarını biliyoruz. Dolayısıyla bu adımların bir kısmının atılmaya başlandığını da anlıyoruz. ‘’Karar niye gecikiyor, kongre toplandı mı, toplanmadı mı?’’ belirsizliğini yaratan şey de, bazen o adımlardaki pürüzlerle, teknik meselelerle ilgili olabilir. Bahçeli ve Erdoğan'ın görüşmesinin hemen sonrasında birdenbire tekrar bir hızlanma yaşanması da ayrıca bir not olarak kenara konulabilecek bir şey.
Dediğim gibi bugün geldiğimiz noktada, bu sürecin kendisi için koyduğu hedefler bakımından önemli bir aşamasını geçmiş olduğu oldukça net biçimde görünüyor. Çünkü Bahçeli'nin ilk, “Öcalan bu çağrıyı yapsın” çıkışıyla tarif edilen sürecin hedef noktası itibariyle baktığımızda, PKK'nın feshi ve silahların bırakılması aşamasına gelinmiş durumda. Bundan sonraki kısmı, dediğim gibi, artık varsayımlar, güç dengeleri, pazarlıklar gibi konuların daha çok devrede olacağı bir sürecin parçası ve iç dinamikler açısından bunun çok daha zorlu bir aşamasına geçildiği ortada. Şimdi iki tane temel varsayım var. Zaten bu süreçle ilgili tartışmaların merkezinde de bu vardı. Yani argümanlar başka türlü kuruluyordu, ama en temel iki nokta şuydu: Bu süreç, Türkiye'deki siyasi alanın genişlemesine, ‘’barış’’ diye tarif edilen gelişmeye, demokrasiye ve siyasi alanın genişlemesine doğru bir kulvar mı açacak, yoksa bir çevrenin iddia ettiği gibi, bu otoriter yönetimin sağlamlaştırılması için bir şey olarak mı kullanılacak? Buraya kadarki aşamada gördüklerimiz, hangi tarafa doğru gittiğine ilişkin bir cevap vermiyordu. Çünkü bir tarafta iç dinamikler açısından 19 Mart gibi bambaşka bir süreç işlediği için, bu çözüm süreci ya da süreç dediğimiz şeyin demokrasi ve hukuk meselesi açısından nasıl bir açılım sağlayacağını bilemiyorduk. Çünkü bambaşka bir denklem. Öbür tarafa döndüğümüzdeyse, bunun nasıl bir aritmetik sonuç ya da otoriter iktidarı sağlamlaştırmak için nasıl bir imkân vereceğiyle ilgili de belirsizlik vardı. Çünkü orada da onun net pazarlık unsurlarını görmüyorduk. Hatta büyük ölçüde, özellikle DEM’in yürüttüğü politik çerçeve, böyle bir pazarlığı reddederek ilerliyordu. Buraya kadar olan kısmı aleni gelişmedi. Hedefler aleni ilan edildi, hatta dediğim demin dediğim gibi, Bahçeli çok yüksek perdeden şeyler ortaya koydu, ama büyük ölçüde kapalı cereyan etti. Bundan sonra bu sürecin kapalı gidebilmesi çok mümkün değil.

Ruşen Çakır: Hiç mümkün değil.
Kemal Can: Yani şöyle mümkün: Eğer bu iki kulvardan diğeri işleyecekse, bunu bir vadede daha otoriter bir konsolidasyonun manivelası hâline dönüştürecek birtakım adımlar söz konusu olacaksa, belki bazı çevrelerde bunu gene kapalı yürütme gayretini görebiliriz. Ama işin doğası ve doğal akışı, böyle olmamak zorunda. Fakat bu gelinen aşamanın bundan sonrasına ilişkin verdiği işaretleri izlemek için, Ömer Çelik'in vaat ettiği gibi atılacak adımları ve atılacak adımların sadece bu hedefi sadece bu hedefle sınırlayan teknik bir çerçeveyle iktifa edip etmeyeceğini görerek anlayacağız. Yine iddialardan biri, tıpkı ‘’kongre sürecini Öcalan yönetsin’’ denildiği gibi, diğer taraftaki beklenti de bundan sonrasıyla ilgili teknik çerçevenin de yine Öcalan’ın dahli ile devam etmesi…

Ruşen Çakır: İmralı’dan yönetilecek bir parti olacak.
Kemal Can: Dolayısıyla bu anlamda da muhatapları artık alenileşen bir aşamaya geliyor.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir husus var. Başından itibaren, bu silahların bırakılmasıyla demokrasi ilişkisi tartışılırken, senin de değindiğin gibi, ‘’bu demokrasinin önünü mü açacak, yoksa otoriterleşmenin teminatı mı olacak?’’ meselesi derken, burada bence bu sürecin en önemli yönü şu: Tek aktörlü bir süreç değil bu. Bir tarafta devlet var, bir tarafta Kürt hareketi var. Hatta CHP de bir şekilde kenarda da olsa en azından engel çıkartmayarak olaya dâhil olmak istedi. Dolayısıyla önümüzdeki döneme baktığımız zaman, otoriterleşmeyi pekiştirme adımında, aktörlerden birisi olan Kürt hareketinin ve Kürtlerin buna onay vermesi lazım. Ben bu onayı vereceklerini asla düşünmüyorum. Bugün Aydın Selcen’le yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2025/05/09/pkknin-kendisini-feshetme-sureci-ve-turkiye-video/ yine onu tartıştık. Türkiye'de şu anda Esila içerideyken, belediye başkanları içerideyken hangi demokratikleşme? Ama biliyoruz ki 27 Şubat çağrısının başlığı zaten demokratikleşmeydi. Orada olay ‘’ Örgüt silahı bıraktı, sonra devlet direksiyona geçti ve bundan sonra Türkiye, Erdoğan, Kürtleri de arkasına takarak götürecek’’ değil. Böyle bir olay olmayacak. Orada ‘’demokratikleşme otomatikman gerçekleşecek’’ diye bir şey yok. Ama silah bırakmayla beraber, Kürt hareketinin daha da güçleneceğini, Türkiye'deki siyasete daha fazla dâhil olacağını ve demokratikleşmenin daha mümkün olacağını düşünüyorum. Diğer bir yandan da bu otoriter rejimin son gayretlerinin sonucunda, bugün Türkiye'nin birinci partisi artık AKP değil, CHP. Sonuçta kamuoyu araştırmalarına baktığın zaman, AKP ve MHP’nin toplam oyu %40 civarında gözüküyor.
Kemal Can: Hatta %40'ın altında.

Ruşen Çakır: Evet. Silah bırakma anlaşması yapıyorsun. Bazılarının iddia ettiği gibi, “Ben bunlara angaje olayım, ben bunların koltuk değneği olayım, Erdoğan’ın bir daha seçilmesine yardımcı olayım” gibi şeyleri beklemek bana hiç gerçekçi gelmiyor. Burada önemli olan, elbette diğer muhalefet partilerinin, ama öncelikle CHP'nin, şu ana kadarki izlediği çizgiyi biraz daha geliştirerek koruması. Mesela yarın CHP’nin Van'da mitingi var. Van, bütün belediyeleri DEM Parti’nin aldığı bir yer. İstisnasız bütün belediyeleri.
Kemal Can: Bir de kayyum atanmış.

Ruşen Çakır: Evet. Ama ilk kayyum hikâyesinde CHP aktif bir şekilde yer aldı. Bunların hepsi çok önemli hikâyeler. Beni çok rahatsız eden bir şeyi birçok kez dile getirdim: Bu olay devletin yaptığı tek taraflı bir şey değil. Devlet Bahçeli tek başına yapmadı bunu. Devlet Bahçeli, Öcalan'ın önünü açarak yaptı. Öcalan, “Hayır, ben sana güvenmiyorum. Ben seninle iş yapmıyorum” deseydi yapamayacaktı, öyle değil mi? Sonuçta birden fazla aktör var ve Kürt hareketini, bu harekete destek veren kitleleri hiç yabana atmamak lazım.
Kemal Can: Kuşkusuz doğru söylüyorsun. Hatırlayacaksındır, bu süreç meselesi başladığı andan itibaren, ben hemen ilk refleks olarak bu işi aritmetik bir mesele olarak, hatta meclis aritmetiği olarak görmenin yanlışlığına işaret etmiştim ve meselenin de böyle olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Dediğin gibi, DEM’in, Meclisteki sandalyelerini ya da partisinin aldığı oyu kullanarak, Cumhur İttifakı'nı tekrar çoğunluk hâline getirmek gibi bir aritmetik hesabın çok gerçekçi olmadığını, zaten hesabın da bu olmadığını düşünüyorum. Bu konuda bir tereddüt yok. Ama öbür tarafa döndüğümüzde, demokratikleşmenin otomatikman gerçekleşeceğini düşünmek…  Teorik olarak evet, öyle olması gerekir, ama bunun otomatik bir sonuç olmadığını düşünüyorum. İki nedenle öyle düşünüyorum. Şöyle basitçe bakalım: Devlet nezdinde, kendilerine gelen bu öneri karşısında, “Böyle bir mutabakat ve uzlaşma zemini öneriliyor, ama bunun devamında demokratikleşme taahhüdü vermiyoruz” denilseydi, Öcalan ya da genel olarak Kürt siyasi hareketi, yine de bu temastan kaçınma lüksüne sahip değildi. Bunu görmemiz lazım. “Kardeşim demokratikleşme filan, onları bırakın, hatta Kürt sorununu da.” Bahçeli bunu açıktan söyledi: “Kürt sorununu filan bırakın. Biz başka bir şeyin uzlaşısını konuşuyoruz. Onlara sonra bakarız” dedi. Devletin ve iktidarın temel yaklaşımı buydu ve buna, “O zaman biz yokuz” deme şansı yoktu zaten. Nasıl ki tersi nasıl yanlışsa, “Bunlar demek ki iktidarla anlaştılar. Artık Cumhur İttifakı'nın parçası oldular” ne kadar yanlışsa, “Bu uzlaşma kaçınılmaz olarak demokrasiyi bize getirecek” yönündeki otomatik şey de aynı şekilde yanlış.

Ruşen Çakır: Tabii ki kaçınılmaz değil.
Kemal Can: Tamam, yani şunu demek istiyorum. Bu ihtiyatı, bundan sonra cereyan edecek siyasi mücadele belirleyecek ve burada senin söylediğin gibi, çok sayıda değişken var. Burada CHP var, burada Türkiye'nin iç dinamikleri var ve daha önemlisi, aritmetik, çözümü üretmiyor. Ama çözümden çıkacak yeni aritmetikler olabilecek. Dolayısıyla bundan sonraki siyasi mücadele ki şu anda aslında siyasi araçlar ya da gayri siyasi araçlar kullanılarak bu mücadele zaten çok sert biçimde cereyan ediyor. Biraz sonra konuşuruz belki, Özgür Özel’e yapılan saldırıdan tut da hâlâ devam eden yeni dalgalar, buna karşı yükselen ve ivme düşürmemeye çalışan muhalefet direnci gibi bir sürü faktör de devrede. Dolayısıyla bu tartışmaları ve imkân veya riskleri peşin kabullerle tartışmak, sığlaştırıyor. O zaman kanaatler, temenniler, niyetler ve varsayımlar öne çıkıyor. Ama dediğim gibi, bu siyasi alanın genişlemesine yarayacaksa, önce bu sürecin tartışmasında zaten bu alanı genişletmek lazım. Açıkçası bu konuda DEM Parti pozitif bir tavır aldı, CHP de pozitif bir tavır aldı. Yani bu alanın dışına çekilerek alanı iktidara terk etmediler.

Ruşen Çakır: Evet, öyle olacak.
Kemal Can: Şimdiye kadar böyle ilerledi, ama bundan sonraki denklem değişiyor. Bu eşikten sonra başka bir merhale başlıyor ya, o merhalenin nasıl devam edeceği belirleyecek. O yüzden bu iyimserlik, kötümserlik meselesine çok takılmadan, olana, dengelere, hangi dinamiklerin hangi yöne doğru ittiğine gerek toplumsal muhalefetin, gerek kurumsal muhalefetin buna nasıl muamele ettiğine bağlı olarak, bunun başka bir yöne ya da daha genişlemeye açılıp açılmayacağını biraz daha sürecin içinde göreceğiz. Bu tür meselelerde her zaman yaşanan şey, erken kapatan, hatta sürecin açabileceği alanı baştan kapatan birtakım peşin hükümler olması. Bunlardan kaçınmak lazım.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Zaten çok konuşacağız. Ama şöyle bir şey var: Burada demokrasinin zeminini güçlendirici çok önemli bir gelişme oldu. Bundan sonra bu aktörler burada bu fırsatı kullanırlarsa, Türkiye iyi bir yere gidebilir.
Kemal Can: Bir şey daha ekleyeyim oraya. Mesela ‘’otoriterliğin elinden terör bahanesi gidecek’’ olayı var ya, şunu da akıldan çıkartmamak lazım: Sürecin başlama gerekçesi yine dış tehlike öngörüsüydü.

Ruşen Çakır: Evet, dış tehdit doğru da…
Kemal Can: Dolayısıyla o hâlâ kullanışlı bir aparat olarak kenarda duruyor. Onu söylemek istemiştim.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Ama şu gün yaşandığı gibi olması mümkün değil. Şöyle bir şey var: Bunun demokratikleşmenin önünü açtığı saptaması, demokratikleşmenin mutlak bir şekilde gerçekleşeceği anlamına gelmiyor. Ama baştan buna, “Bu Erdoğan'ın oyunu, Bahçeli'nin oyunu” diyenler, olayı baştan kapatmaya çalıştılar. Hatta “Olmayacak, zaten oy alıyor” dediler. Şimdi de “Oluyor da, bakalım silahlar nereye gidiyor? YPG’ye mi gidiyor?” diyorlar. Neyse.
Ekrem İmamoğlu'nun uluslararası hesabına da erişim engeli gelmiş. Yaman Akdeniz’i biliyorsun. Onlar, yani EngelliWeb, bu işi çok yakından takip ediyor. Diyor ki: “Milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması gerekçesiyle erişime engellendiğini tespit ettik. Ama X platformu hesabı henüz Türkiye'den görünmez kılmadı.” diyor.
Kemal Can: Yani bu konuda bir yasak kararı tebliğ edilmiş, henüz X uygulamaya geçmemiş.

Ruşen Çakır: X platformu ne dedi ilkinde? “Biz de doğru bulmuyoruz, ama mecburen uygulamak zorunda kaldık. İtiraz ettik” dedi. Ama bunun karşılığında birtakım yeni hesaplar çıktı. İnsanlar kendi profillerine Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafını koydular. Bu sefer de profillerinde Ekrem İmamoğlu fotoğrafı olanları şikâyet ettiler. Ama Beyazıt'taki aydınlatma meselesinde telefon ışıklarının açılmasında olduğu gibi, her şeye bir cevap verilebiliyor. Tabii ki Ekrem İmamoğlu'nun bilmem kaç milyon takipçili hesabının kapatılmasının bir şeyi var, ama bir şekilde olayı sürdürüyorlar. Erdoğan biraz önce bir yaptığı konuşmada, “Sayın CHP Genel Başkanı, ne gerek var bu kutuplaşmaya? Bölgemiz bu kadar zor durumdayken bırakın normalleşelim. Ama suç örgütüyle ilişkinizi kopartın” dedi. Yani özet olarak, ‘’Ekrem İmamoğlu'nu feda edin, sizinle her şeyi yaparız’’ demeye getiriyor. Bir de, “Türkiye'nin gündemine dönün” diyor. Hâlbuki hikâye şu: CHP gündem belirliyor. “Eskiden ben size bir alan çiziyordum, o alanda top çeviriyordunuz. Ne güzel günlerdi o günler.” Türkiye'nin gündemi dediği o sonuçta. Ama bu şeylerin sokakta olması; mesela Konya'daki miting, Yozgat. Şimdi Van’a gidecekler. Kamuoyu araştırmaları iktidarı çok ciddi bir şekilde rahatsız ediyor ve bir formül bulamıyorlar. İkinci operasyondan da bir şey çıkmadı. Yine birilerini alıyorlar, ediyorlar. Böyle birtakım şeyler oluyor. İktidar medyası hâlâ canhıraş bir şekilde bunun nasıl büyük bir suç örgütü olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ama artık o rıza üretimi bir kere bitti, değil mi? Bu saatten sonra Ekrem İmamoğlu'nun şu bu olduğu yolunda herhangi bir şey yaratabilme imkânı yok. Ve Özgür Özel de tabii ki elma şekeriyle çocuk kandırılıyormuş gibi bir şeye kanmayacak. Peki, ne olacak? Ben daha fazla konuşmuyorum, çünkü insanlar hemen bir yama yapıştırıyorlar. Ama ben çoktandır, Erdoğan'ın artık yapabileceği pek bir şey kalmadığını düşünüyorum. Ama sen aynı fikirde değilsin anladığım kadarıyla.
Kemal Can: Geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/05/02/2-dalga-ibb-operasyonu-video/ da konuştuk, zaten birkaç haftadır hep bu konuları konuşuyoruz. Evet, bu, sadece 19 Mart sonrası değil, birkaç senedir, epey uzun bir süredir sistematik biçimde ve düzenli olarak Erdoğan'ın ve iktidarın güç kaybettiğini, yönetme kapasitesini kaybettiğini, çok ciddi tıkanıklık içine girdiğini ve aslında bu tıkanıklığın siyasi araçlarla geri döndürülemeyeceğini çok erken bir evrede fark ettiğini düşünüyorum. Ayrılıyor olmamızın asıl noktası da burası. Evet, çaresizlik, ama çareyi nerede aradığıyla ilgili baktığımızda farklılaşıyoruz. Siyasi olarak çaresi yok. Uzun süredir yok. Ama o da çareyi başka bir yerde arıyor. O çare nerede? Dünyada da pek çok örneği olduğu gibi, kullanabildiği siyaset dışı çok sayıda araç var elinde. Bir kere, başkanlık sistemi ya da kurulan sistemin, devletin bir parti devletine dönüşmüş olmasının, yargı sopasını rahatça kullanabilmesinin mekanizmalarını üretmiş olmanın sağladığı imkânları sonuna kadar zorluyor ve bu araçları kullanarak kendisine çare üretmeye çalışıyor. Dolayısıyla bir çare arama biçimindeki tıkanıklığı, başka bir yerdeki hamlelerini açıklamak için kullanmak, bana çok iyi bir analiz gibi görünmüyor. Şöyle baktığımızda, ‘’devlet gücünü kullanarak birtakım hamleler yapıyor, ama oyu düşüyor.’’ Fakat bunları oyunu artırmak için yapmıyor zaten. Başka bir şeyi engellemek için yapıyor. Oyunu kaybettiği için zayıflamasını başka bir şeyle dengelemeye çalışıyor. Burada yapabileceklerinin sınırına gelip gelmediğini, ekonomik koşullar, dış politika gerekleri, Türkiye'deki toplumsal muhalefetin yaratabildiği baskı gibi pek çok faktör etkileyebilir. Çünkü o gücü kullanmanın da bir sınırı var. Oraya geldi mi, o sınıra? Bugün oluşan, daha önceye göre fersah fersah çok daha kuvvetli, tutarlı ve güçlü biçimde, daha önemlisi, kararlı biçimde bir kurumsal ve toplumsal muhalefetin var olması, elbette ki önemli bir değişken. Ama bunun, henüz o güç araçlarını elinden alacak ya da onu kullanmaktan geri çevirecek aşamaya gelip gelmediği konusunda ayrılıyoruz.
Onu ne zaman göreceğiz? Hakikaten iddia edildiği gibi, darbenin geri püskürtüldüğünü gördüğümüz gün. Senin beklediğin gelişmelerin olduğu gün ya da bugün mesela ‘’normalleşelim, kutuplaşmayalım’’ derken, tıpkı daha önceki normalleşmedeki gibi ‘’aslında siz normalleşin’’ diyor yine Erdoğan. Yoksa normalleşmeden, kendisinin yapacağı bir şeyi vaat ya da ima etmiyor. Birtakım AKP'lilerin dile getirdiği gibi, “Yanlış yapıyoruz. Biraz bakalım, bu yargı meselelerine de şey yapmayalım” demiyor. ‘’Normalleşin’’ şu demek: senin de dediğin gibi, “İmamoğlu'nu bırakın, beni de fazla sıkıştırmayı bırakın ve birlikte her şeyi yapalım.” Sen de birkaç kere değindin, hatta bir yayın da yaptın, Erdoğan dışında, bunun muhalefet cephesinde de bir odağı var. O yayınlanan birtakım anketler, yine eskiden popüler olan birtakım kanaat önderlerinin konuşmaları…

Ruşen Çakır: ‘’CHP sertleştikçe kaybediyor.’’
Kemal Can: Evet, konsolidasyon teorileri. Biliyorsun ben konsolidasyon teorilerini çok severim. Ben zaten o teorilere hep problemli baktım. Ama eğer konsolidasyon teorileri konusunda ısrarcı iseler, şu anda konsolidasyonun ters işlediğini de görmeleri lazım. Çünkü konsolidasyon çoğunluk olana yarar. Konsolidasyon daha önce iktidara neden yarıyordu? Çünkü çoğunluktaydı, topladığı taraf çoğunluktu. Şimdiyse bu sayısal denge değişmiş durumda. Dolayısıyla konsolidasyon teorilerini ileri sürenler ya o zaman yalan söylüyorlardı ya da şimdi durumu görmekten kaçınıyorlar. Çünkü eğer sertleşme ve konsolidasyon birine yarayacaksa, şu anda aktif olan taraf muhalefet. Dolayısıyla, ‘’’Aman ha, konsolidasyon olur’’ tezi, Erdoğan'ı kurtarmanın dili olabilir ancak. O yüzden bunu çok bilimsel bir hakikatmiş gibi kuranlar, bu konuda akıl verenler, %50+1 için hâlâ karşıdan oy almak… Bir de karşı mahalleden gelip, bu mahalleye akıl satmanın hâlâ muteber bir iş olması da şaşırtıcı geliyor bana. Eğer karşı mahallede bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında olan birileri varsa, gelip bu mahalleye hikâye anlatmasınlar. Gitsinler kendi mahallelerindeki yanlışı onlara anlatsınlar. Birtakım muhalefet kanallarına çıkıp, muhalefetin ne yapması gerektiğini anlatan, öbür mahalleden, “ben oraları bilirim” diyen adamlar var senelerdir.

Ruşen Çakır: Neyse, deşme yaramı.
Kemal Can: Yara mı, değil mi bilemem.

Ruşen Çakır: Demin aklıma geldi. Tekrar başa dönecek olursak: Yıllarca bu ülkede AK Parti içerisindeki birtakım Kürtler, “Reis bu işi çözmek istiyor, ama Bahçeli izin vermiyor” demedi mi?
Kemal Can: Senelerce değil.  Şurada 1 Ekim'den önce, geçen yaz bunlar konuşuluyordu. Hatta günlerce bayağı tartışıldı bu. “Çatlak var, Erdoğan MHP'yi tasfiye etmeye çalışıyor, çünkü onun yüzünden yapamıyor” deniliyordu.

Ruşen Çakır: Hâlbuki işin sonunda Bahçeli, Erdoğan'a rağmen bu işi yaptı. Şimdi Sırrı Süreyya’dan biraz bahsedelim. Çünkü biz geçen hafta yayın yaptıktan bir gün sonra hayatını kaybetti. Yayında da tekrar kendisini anmıştık, sevgilerimizi iletmiştik. Ama maalesef o beklediğimiz sonuç geldi. Ben bu sabah Zincirlikuyu’da mezarına gittim, duamı ettim. Orada Türkiye'nin değişik yerlerinden insanlar vardı. Bir şeyler yazmışlar, fotoğraflar şunlar bunlar. İşin acısı, Sırrı'nın bu konuda çok çalıştığı olay, ölümünden iki gün sonra gerçekleşti. Sırrı 3 Mayıs’ta hayatını kaybetti, 5 Mayıs’ta kongre toplandı. Onun çok büyük emeği var bütün bu şeylerde ve Allah için, başta Pervin Buldan olmak üzere birçok kişi bunu ısrarla hatırlatıyorlar. Türkiye böyle barış ve demokrasiyle kucaklaşırsa, herhalde memleketi Adıyaman başta olmak üzere, birçok yerde Sırrı’nın adını göreceğiz diye tahmin ediyorum.
Bu arada onun tüm Türkiye'yi kucaklamasından rahatsız olan birbirinden farklı insanlar çıktı ortaya. Kimisi onun terörist olduğunu, kimisi cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanı olduğunu söyledi. Sonra, Sırrı’nın Bir Cumhuriyet Şarkısı filminin senaristi olduğu ortaya çıktı, tam açığa düştüler. Ama kerli ferli insanlar çıkıp acayip laflar ettiler ve hepsi cama çarpan sinek gibi oldular, bunların hiçbir etkisi olmadı. Yine de insanın içi cız ediyor. Böyle herkesi birleştiren bir olayı son yıllarda Türkiye'de görmedik. Cenazedeydik, herkes vardı, değil mi? MHP'den de vardı, AK Parti’den de.
Kemal Can: Tabii şöyle şeyler de vardı. Bir yandan da Sırrı Süreyya Önder'in mecliste yaptığı o meşhur konuşma. “Allah duanızı kabul etti, utanma duygunuzu aldı” sözlerine tam karşılık gelen resimler de gördük. Bir riyakârlık resmiyetçiliği de gördük. Ama şu çok açık, hatta Medyascope’ta da yazdım https://medyascope.tv/2025/05/05/sirri-sureyya-onder-ayrilirken/
bunu. Sadece Sırrı Süreyya Önder'in cenazesinde olabilecek tablolar gördük.

Ruşen Çakır: İhsan’ın (Eliaçık) namazı kıldırması.
Kemal Can: Evet, bir sürü sayılabilir.

Ruşen Çakır: Ama en çarpıcısı oydu.
Kemal Can: LGBT ile İçişleri Bakanlığı çelenklerinin yan yana olması, İbrahim Kalın'ın, atılan sloganların arasından yürümek zorunda kalması. Onlarca böyle şey söylenebilir. Ümit Özdağ'ın, Zafer Partisi Gençlik Kolları Başkanını edepsizlikle görevden alması gibi. Muhtemelen başka birinin cenazesinde olmayacak, belki daha sonra da çok görmeyeceğimiz tabloları orada gördük. O tabii senin dediğin şeyle ilgili. Çok değişik kesimlerle çok başka türlü ilişki kurabilmeyi becermiş, başka türlü temas etmenin, her şeyi başka türlü yapmanın mümkün olduğunu anlatan birisiydi. Ama daha önemlisi, yani cenazede gördüğümüz tablolar ve ölümünden sonra gördüğümüz çeşitli açıklamalar, yazılar, sözler bize şunu söylüyor ki, sadece başka türlü konuşmak değil, o konuştuklarını dinletmiş olmak.

Ruşen Çakır: İnsanlar onu dinlemişler.
Kemal Can: Çünkü onu duymuşlar, dinlemişler ve bir şeyler kalmış kafalarında. Rahatsız olup sataşanlar dâhil. Sözünün değdiği yerde bir etki yaratmış olduğunu görüyoruz. Mesela o reaksiyonların içerisinde, iyice sarkastik, hakikaten böyle eleştiri kavramlarıyla konuşulamayacak sefillikte birtakım paylaşımlar da var. Ama oradaki reaksiyonların bir kısmında, aslında, “Öyle söylemeyeydi” diyenlerin de, yani öyle bir kırıklığın izlerini, dolayısıyla kızmaya çalışanların bile, Sırrı’nın söylediklerinin bir tarafından etkilendiklerini gördüm.

Ruşen Çakır: Ama şöyle de bir şey var açıkçası. Mesela bir iki şey gördüm. Biliyorsun, ben normalde olabildiğince çok rahatımdır. Ama bu sosyal medyada özellikle kendimi sürekli frenlemeye çalışıyorum.
Kemal Can: Bıraktın o işi zaten sen. Blokçuluğu bıraktın.

Ruşen Çakır: Blok ayrı bir şeydi. Ama bir iki tane şey gördüm, hiç sakıncası yok söyleyeceğim, içimden ana avrat küfretmek geldi. Annelerini karıştırmayalım, amma… Hatta bir tanesi var, insanlar ne kadar çirkinler. Şunu diyorlar: “Siz burada yazdıklarınızı kendisine hayattayken söyleyebildiniz mi?” Çünkü Sırrı’ya ulaşabilecek birisi, belli ki tanıyor. İnsan şöyle hissediyor: Arkadaşın ölüyor. Tamam, sen iyi hatırlıyorsun. Herkes iyi hatırlamak zorunda değil, ama birtakım ahlâksızca, böyle çirkin şeylere muhatap olması insanın canını sıkıyor ve lanet olsun diyorsun. Ama yine tuttum kendimi. Merak edenler olabilir, adlarını vermeyeceğim ama özellikle bir iki tane… Söylememek için yine kendimi frenliyorum. Ama Sırrı o kadar iyi bir insandı ki bunların atmaya çalıştığı çamurların hiçbir etkisi olmaz.  Ama biz Sırrı kadar kalender meşrep olmadığımız için… Şöyle düşündüm hatta. Sırrı hayattayken ‘’birisi senin hakkında böyle bir şey söylemiş’’ deseydim, “Ya bırak onu” derdi. Burada da öyle derdi. Onun için bırakıyorum. Ama hâlâ içimde bir yaradır. İnşallah gerçek hayatta karşılaşmam onlarla diyeyim. Tekrar çok rahmet diliyorum. Gerçekten çok büyük bir kayıp, çok erken bir kayıp, çok, çok erken bir kayıp. Ama çok büyük emeği oldu. İki gün sonra toplanan kongre de bunun başlı başına tek başına bir göstergesi.
Kemal Can: Şunu da eklemek isterim. Biraz önce konuştuk ya, asıl bundan sonraki aşama kısmı var. Bu aşamaya kadar bu süreçte önemli bir rol üstlendi. Ama asıl olarak Sırrı Süreyya Önder’in eksikliği, bundan sonraki aşamayla ilgili.

Ruşen Çakır: Zaten hep ‘’Yerini kim dolduracak?’’ diye konuşuldu ya AKM'deki törende ve diğer yerlerde. 
Kemal Can: Çünkü bundan sonraki kısmında, ki, Öcalan açıklamasının dip notunu söyleyen insan olmasını da hatırlatalım.

Ruşen Çakır: Bir de şunu söyleyeyim; orada üç etap vardı. AKM, Camii ve Zincirlikuyu mezarlığı. Mezarlık tam da Sırrı’yı anlatıyordu. Çünkü AKM'de de protokoldü, şuydu buydu. Tabii kızının ve annesinin hakkını yemeyelim, o ayrı bir şey, ama mezarlık tam Anadolu’ydu. Türkiye'nin dört bir yanından, yurtdışından insanlar gelmişler. Mesela benim İslami hareketten tanıdığım çok insan vardı ve onların bazıları oraya hakikaten ailece gelmişler. Bu çok acayip bir şey. Neyse, evet, Haftaya Bakış’ı noktalıyoruz. İzleyicilere çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı